Liderlikten Öte Bir Duruş: Erdoğan’ın Küresel Barış
Vizyonu

Günümüzde küresel siyaset, çıkar odaklı yaklaşımlar ve dar
milliyetçi söylemlerle şekillenirken, ‘gerçek liderliğin ne anlama geldiği?’
sorusu önemli hale geldi. Donald Trump’ın Birleşmiş Milletler kürsüsünden
yaptığı konuşma, bu tartışmaya yeni bir boyut kazandırdı. Kendi iktidarına
yatırım mahiyetinde, “ben” odaklı bir yaklaşımla yürütülen bu
konuşma, bir liderin sadece kendi ulusunu değil, tüm dünya halklarını
kucaklaması gerektiği gerçeğini gölgede bıraktı.

 
‘Önce Amerika’
Zihniyetinin Küresel Çıkmazı


Trump’ın “Yeniden Büyük Amerika” söylemi,
Avrupa’yı küçülten ve Filistin gibi işgal altındaki coğrafyalara karşı duyarsız
kalan bir politikayı simgeliyor. Atalarından kalan mirasa sahip çıkmayı kutsal
bir görev addederken, Filistin halkının kan, ter ve gözyaşı ile sınanan
acılarını görmezden gelmesi, bu zihniyetin en çarpıcı örneğiydi.


İsrail’e her yıl milyarlarca dolar sübvansiyon sağlayan ve
Netanyahu’nun sınır tanımayan kararlılığını destekleyen bir duruş sergilemek,
barışa hizmet etmekten çok uzak.. Dünyanın süper gücü olma iddiasındaki bir
ülkenin, Uluslararası Adalet Divanı’na bile yaptırım uygulamayı düşünmesi, bu
yaklaşımın ne kadar çelişkili ve tehlikeli olduğunu gözler önüne seriyor.

 
Gerçek Liderliğin Sesi:
Erdoğan’ın Cesur Dokunuşu


Trump’ın öfkeli ve yalnız duruşunun aksine, Birleşmiş
Milletler’de cesur, kararlı ve adil bir liderin sesi yankılandı: Recep Tayyip
Erdoğan. Söylemleriyle sadece kendi milletini değil, tüm dünya halklarını
onurlandıran Erdoğan, Filistin’e olan sarsılmaz desteğini ve Kuzey Kıbrıs Türk
Cumhuriyeti’nin tanınması konusundaki kararlılığını tüm dünyaya duyurdu.

 
Denizdeki “Freedom Flotilla” (Özgürlük
Filosu) aktivistlerinden karadaki Filistin destekçilerine kadar her kesimden
insanı kucaklayan bu vefalı duruş, uluslararası arenada bir milat
niteliğindeydi.

 
Güç Dengelerini
Değiştiren Türkiye Misyonu

 
Yıllarca süper güç olarak bilinen ve kendi hegemonyasını tüm
dünyaya dayatan Amerika’nın aksine, Türkiye; liderliği ve süper güç misyonunu
farklı bir boyuta taşıyor. Sadece “sevdiği” ülkelere yardım etmek
yerine, din, dil, ırk farkı gözetmeksizin tüm halkların barış ve refah içinde
yaşaması için mücadele eden Türkiye, gerçek bir barışçı olduğunu kanıtladı.

 
Bu duruş, aynı zamanda sınırları aşıldığı takdirde nasıl bir
savaşçı olabileceğini de tüm dünyaya gösterdi. Türkiye’nin bu vizyonu, küresel
siyasette yeni bir sayfa açarak, gerçek liderliğin sadece askeri ya da ekonomik
güçle değil, aynı zamanda adalet ve insanlık değerleriyle inşa edilebileceğini gözler
önüne serdi.
 

Güç Değil, Adalet Odaklı
Dış Politika

 
Türkiye’nin liderliği, geleneksel süper güçlerin aksine,
askeri veya ekonomik dayatmalarla değil, adalet ve hakkaniyet ilkeleriyle
şekilleniyor. Bu yaklaşım, Filistin ve Kuzey Kıbrıs Türk Cumhuriyeti gibi
meselelerdeki duruşuyla somutlaştı. Türkiye, bu coğrafyalardaki halkların meşru
haklarını savunurken, sadece kendi çıkarlarını değil, uluslararası hukuku ve
insani değerleri merkeze aldı. Bu duruş, emperyalist politikaların gölgesinde
kalmış birçok ülkeye umut oldu ve onlara kendi seslerini yükseltme cesareti verdi.


“Dünya Beşten Büyüktür”
Vizyonu
 

Erdoğan’ın “Dünya Beşten Büyüktür” söylemi, Birleşmiş
Milletler Güvenlik Konseyi’nin mevcut yapısına bir başkaldırıdan daha fazlasını
temsil ediyor. Bu söylem, küresel yönetişim mekanizmalarının
demokratikleştirilmesi ve daha kapsayıcı bir hale getirilmesi gerektiğine dair
evrensel bir çağrı…


Uluslararası sistemin, sadece birkaç güçlü devletin
çıkarlarına hizmet etmesi yerine, tüm dünya halklarının adil bir temsilini
sağlamasını savunuyor.
 

Bu vizyon, çatışmaların önlenmesinde ve küresel sorunların
çözümünde daha etkin bir işbirliği zemini oluşturmayı hedefliyor. Cumhurbaşkanı
Erdoğan’ın “İstanbul’u BM merkezi haline getirme” hedefi de, Türkiye’nin
küresel siyasetteki rolünü güçlendirme ve İstanbul’u bir diplomasi, işbirliği
ve insani yardım merkezi olarak konumlandırma vizyonunu ifade ediyor.

 
Barışın Savaşçısı:
Caydırıcılık ve Diplomasinin Birleşimi


Türkiye’nin barışçıl duruşu, sınırlarının aşıldığı takdirde
nasıl bir savaşçı olabileceği gerçeğiyle birleşiyor. Bu durum, Türkiye’nin dış
politikasındaki en kritik dengelerden birini oluşturuyor. Türkiye, Suriye’de,
Libya’da ve diğer çatışma bölgelerinde diplomatik çözümler için çabalarken,
aynı zamanda ulusal güvenliğini tehdit eden unsurlara karşı kararlı bir şekilde
askeri operasyonlar yürütebiliyor.
 

Bu, sadece sevdiğine yardım eden süper güçlerin aksine, hem
barış için mücadele eden hem de gerektiğinde kendi haklarını ve müttefiklerinin
haklarını koruyabilen bir devlet profili çiziyor. Türkiye’nin bu dengeyi
kurabilmesi, küresel siyasette ona benzersiz bir konum sağlıyor.
 

Türkiye’nin liderlik misyonu, uluslararası ilişkilerde yeni
bir paradigmaya işaret ediyor. Bu paradigma, gücün adalete, tehdidin
diplomasiye, tek taraflı kararların ise çok taraflı işbirliğine dönüşmesini
savunuyor.

 
Sizce Türkiye’nin bu tarihi vizyonu, mevcut küresel güç
dengelerini ne kadar değiştirebilir?

 

Ayşegül Akyüz Yahşi

 

 

İlgini Çekebilir

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir